Bir önceki yazımda ilişkilerdeki farklı şiddet türlerini, şiddet döngüleri ve bunların insanların ruh sağlığı üzerindeki etkilerini tartışmıştım. Partner şiddetinin hem bu denli yaygın oluşu hem de psikolojik sağlık üzerindeki yıkıcı etkileri bir arada düşünüldüğünde, ‘’İnsanlar şiddete neden katlanıyor, neden ayrılmıyor?’’ sorusu akla gelebilir.

Soru çok net ve basit gibi görünse de yanıtı biraz karmaşıktır. Şiddetin yaşandığı bir ilişkide şiddet döngüsünü veya ilişkinin kendisini sonlandırmak çok kolay değildir. İlk olarak, kişinin yaşadığı şeyin adını koyması, yani ‘’bu bir şiddettir ve ben bu ilişkide şiddete uğruyorum/şiddet uyguluyorum’’ diyebilmesi gerekir ki bu oldukça zordur. İnsanlar yaşadıkları şeyin şiddet olduğunu algılamayabilir, anlık bir öfkeye yaşanmış şeyler olarak görebilir veya şiddeti sevginin ve bağlılığın doğal bir parçası olarak yorumlayabilir. Böyle durumlarda şiddet döngüsü devam edecektir. İkincisi, yaşanan olayın şiddet olduğu algılansa ve kişi bundan rahatsızlık duysa bile ilişkiyi bitirecek veya şiddeti durduracak adımları atamayabilir. Kişi şiddete uğrasa veya şiddet uygulasa, bu şiddetten muzdarip olsa, yine de bu ilişkiyi sürdürmeyi seçebilir. Bu seçim, çoğunlukla kişinin hayatının erken dönemlerinde, bakımverenleriyle kurduğu ilişki örüntüleriyle ilişkilidir. Bir başka deyişle, sevgililik ilişkisinde uygulanan ve maruz kalınan şiddetin kişinin hayatının ilk yıllarında kurduğu ilişkilerden miras kalan zihinsel temsillerle ilişkili olabileceği düşünülebilir (Fairbairn, 1941).
İnsan yavrusunun doğduğu andan itibaren en temel gereksinimlerinin başında, öteki insanlarla temas ve bağ kurma gelmektedir (Fairbairn, 1941). Günümüzde yapılan beyin araştırmaları da erken dönem ilişkisellik olmadan sağlıklı bir beyin gelişiminin mümkün olmadığını göstererek bu görüşü desteklemektedir (Cozolino, 2015). Yani insan yavrusu, ilişki kurma motivasyonuyla dünyaya gelmektedir. Şiddet, ihmal, istismar içerse bile, ilişkiler vazgeçilmez olabilmektedir. Fairbairn (1943), ihmal ve istismara uğrayan çocuklara başka bir aile olanağı sunulduğunda hala istismarcı aileyle yaşamayı seçtiklerini gözlemlemiş ve tanıdık, alışıldık olan ilişki örüntülerinin acı verici olsa da kolay kolay terk edilemeyeceğini belirtmiştir (Mitchell, 2009).
Bebek/çocuk, aile içinde belli başlı ilişki kurma örüntüleri öğrenir ve bu örüntüleri hayatı boyunca farkında olarak ya da olmayarak başka ilişkilerinde tekrarlama eğiliminde olur. Bazı ailelerde güven, şefkat, ilgi ve sıcaklığın baskın olduğu ilişki örüntüleri daha baskındır. Bazı ailelerde ise şiddet, tehdit, hayal kırıklığı, reddedilme, ihmal, istismar gibi acı verici deneyimlerin olduğu ilişki biçimleri daha belirgin olarak yaşanır. Bakımverenleri olmadan son derece çaresiz ve tehlike altında hissedecek olan bir bebek/çocuk için şiddet, ihmal ve istismara rağmen bakımverenle ilişkinin sürdürülmesi son derece önemli ve gereklidir. Yani ne pahasına olursa olsun bağı ve teması sürdürmek insanın temel motivasyonlarından biri olarak kalmaktadır.
Bir insan çocukluğunda kurduğu ilişkilerde tekrarlı bir biçimde şiddete maruz kalırsa, ihmal ve istismara uğrarsa bu yaşantıları yakın bir ilişkinin doğal bileşenleri olarak içselleştirebilmektedir. Hatta, maruz kaldığı şiddeti, ihmali ve istismarı kendi kusur ve kabahatinden kaynaklı olarak ortaya çıkan olgular olarak görme eğiliminde olabilmektedir. Bu eğilim bebeğe/çocuğa hem şiddet üzerinde bir kontrol sahibi olma duygusu sağlayabilmekte hem de bakımverenin tamamen kötü bir varlık olarak algılanmasını önleyebilmektedir. Çocukken şiddet dolu ilişki örüntüleri deneyimleyen insanlar yetişkinliklerinde bu örüntüleri sevgililik ilişkilerinde farkında olmadan yeniden sahneye koyabilirler. Şiddet uygulayan veya şiddete maruz kalan partnerler onlar için daha tanıdık olduğu için daha fark edilir olabilir. Partnerinin ilişki örüntüleri şiddete meyilli olmasa bile, tanıdık olan ilişki örüntüsünü yeniden sahneleme eğilimleri olduğu için partnerlerini farkında olmadan bu örüntüye sokabilirler (McWilliams, 1994).
Sonuç olarak, partner şiddetinin önüne geçmek veya şiddet barındıran bir ilişkiyi sonlandırmak kişinin bilinçli iradesinin ötesinde bir mesele olabildiğini görüyoruz. Kişinin erken dönemde şekillenen ve bugün farkında olmadığı ilişki örüntülerini çalışmadan şiddet döngüsünün sonlanması oldukça zor olabilir. Partner şiddetinden muzdarip insanlarla yapılan psikoterapi çalışmalarında da çoğunlukla bu örüntüler ele alınmaktadır.
Son olarak, şiddet barındıran bir ilişkideki şiddet döngüsünün kırılması veya ilişkinin sonlandırılması çevresel olan birçok faktör tarafından da etkilenmektedir. Özellikle boşanmaya yönelik toplumsal algı, saldırgan bir partner karşısında yaşanan hukuki güvencesizlik, ekonomik yetersizlikler ve çocuk sahibi olmak gibi faktörler de şiddet döngüsünün süregitmesinde çok merkezi rol oynayabilmektedir.
Kaynaklar
Cozolino, L. (2014). The neuroscience of human relationships: Attachment and the developing social brain (Norton Series on Interpersonal Neurobiology). WW Norton & Company.
Fairbairn, W. R. (1941). A revised psychopathology of the psychoses and psychoneuroses. International Journal of Psychoanalysis, 22, 250-279.
Fairbairn, W. R. D. (1943). The repression and the return of bad objects (with special reference to the’war neuroses’). British Journal of Medical Psychology.
McWilliams, N. (1994). Psychoanalytic diagnosis: Understanding personality structure in the clinical process. Guilford Press.
Mitchell, S. A., & Black, M. J. (1995). Freud and beyond: A history of modern psychoanalytic thought. Basic Books.
Bu yazı Dipnot Danışmanlık web sitesinde yayınlanmıştır.